İstanbul
11 Aralık, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    34.06
  • EURO
    37.74
  • ALTIN
    2730.4
  • BIST
    9833.22
  • BTC
    57646.840$

Mustafa Fırat yazdı: Atalarınıza, inançlarınıza ihanette, biribirinizle yarışıyorsunuz!

Mustafa Fırat yazdı: Atalarınıza, inançlarınıza ihanette, biribirinizle yarışıyorsunuz!
Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı tarafından yurt çapında düzenlenen Canlarla Buluşma etkinlikleri Türkiye düşmanı çevreleri huzursuz ediyor. Geçtiğimiz günlerde Başkan Alirıza Özdemir’in katılımıyla Varto’da düzenlenen Canlarla Buluşma etkinliğine yönelik bölücü terör örgütü PKK ve yandaş çevrelerinin karalamaları üzerine Varto’nun en önemli aydın simalarından Mehmet Şerif Fırat’ın torunu Mustafa Fırat bir yazı kaleme aldı.

Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanı Alirıza Özdemir’in katılımıyla Varto’da düzenlenen Canlarla Buluşma etkinliği bölücü terör örgütü PKK ve çevrelerinde uyandırdığı telaşı Alevi Bektaşi toplumun Cumhuriyetle gönül bağını en berrak şekilde ifade eden aydınlardan olan Mehmet Şerif Fırat’ın torunu Mustafa Fırat kaleme aldı.

Mustafa Fırat’ın, Varto coğrafyasında Alevi Bektaşilerin terör örgütüne karşı direnişini ifade eden açıklaması şöyle:

Alevi Bektaşi Kamuoyuna;

Kültür Bakanlığı Alevi Bektaşi Cemevi Başkanı, sayın Ali Rıza Özdemir; “Canlarla Buluşma Toplantıları” kapsamında Varto‘daki Alevi dedeleri ve ileri gelenleriyle 16 Mayıs 2024 bir toplantı yapmış ve toplantıya şahsımı da davet etmişlerdir. Toplantının akabinden Sayın Ali Rıza Özdemir, dedem, Rahmetli Mehmet Şerif Fırat’ın anıt mezarını ziyaret etmişlerdir.

Anılan ziyaret esnasında Sayın Ali Rıza Özdemir’in Mehmet Şerif Fırat hakkında söylediği; “Atalarından devralmış olduğu geleneği gelecek nesillere  güçlü şekilde aktarmış ve milli kimliğimizin  sembolü olmuş bayrak bir şahsiyettir. Yıllar önce yazmış olduğu eser bu gün de  yolumuzu aydınlatmaya  devam etmektedir. Türk milleti var olduğu sürece  Mehmet Şerif Fırat gibi  aziz evlatlarını hatırlamalı ve onların hatırasını yaşatmalıdır.” Sözleri ile şahsımın Varto’daki toplantıda, Alevi Bektaşi Kurumu’nun ihdas edilmesi konusundaki siyasi iradenin sahibi Sayın Cumhurbaşkanımıza Mehmet Şerif Fırat’ın torunu ve mensubu olduğumuz tarihsel geleneklerimiz adına “şükranlarımı arz etmiş olmam”  bir takım çevreleri rahatsız etmiş; sosyal medya da şahsım, ailem ve geleneklerimize yönelik haksız, mesnetsiz iddia ve iftiraların ileri sürülmesine neden olmuştur. Bu bağlamda aşağıdaki açıklamayı yapmak zarureti doğmuş bulunmaktadır:

1. Mehmet Şerif Fırat; Mensubu olduğu Alevi toplumunun; Ulusal Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrinde oluşturmuş oldukları “tarihsel geleneklerinin” sembol isimi olup; Alevi toplumunca da sevilen, sayılan; saygın bir  şahsiyettir.  

Bilindiği gibi dedem rahmetli Mehmet Şerif Fırat, gerek I. Dünya Savaşı sırasında gerekse Ulusal Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyet devrinde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Alevi toplulukların oluşturdukları “Yeni Türk devletinden yana ve Çumhuriyet değerleriyle uyumlu” geleneklerinin oluşması ile sürdürülmesinde aktif rol almış; sadece Alevi toplumunca  değil; aynı zamanda bütün Türk toplumunca da bilinen ve sevilen değerli bir şahsiyettir.

Mehmet Şerif Fırat’ın da oluşumuna katkı yaptığı “Yeni Türk devletinden yana ve Çumhuriyet değerleriyle  uyumlu” olan söz konusu tarihsel gelenek; Ulusal Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyet devrinde,  Alevi toplumunca meydana getirilmiş olup; Mehmet Şerif Fırat’a değil, tüm Alevi toplumuna aittir.

Kurtuluş Savaşı sırasında Gazi Mustafa Kemal’in 22/23 Aralık 1919/da Hacı Bektaş Dergahını ziyaret ederek, Çelebi Cemalettin Efendi’nin desteğini almasının ardından, Celebi Cemalettin Efendi Hazretleri, Alevi toplumunun ileri gelenleri ile ocaklarına bir mektup yazarak; Kurtuluş Savaşını yürüten kadroyla birlikte olduklarını, bütün Alevi ileri gelenleri ile tüm Alevi toplumunun Kurtuluş Savaşını yürüten kadronun yanında yer almaların istemişlerdir. Cemalettin Efendi’nin söz konusu mektubundan sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Alevi  topluluklar ile bu toplulukların inanç önderleri; Mustafa Kemal’in yanında yer almışlardır.

Anılan gelenek;

İstanbul Hükümetinin talimatları ile  Bedirhani ailesinin ileri gelenleri ve Binbaşı Noel’in de motive ettiği Elazığ Valisi Ali Galip’in, Mustafa Kemal’i tutuklama girişimine karşı çıkarak Mustafa Kemal’in salimen Sıvas’a ulaşmasını sağlayan Diyap Ağa önderliğinde birleşen Dersim Aşiretlerinin geleneğidir.

Anılan gelenek;

 Lozan görüşmeleri sırasında yöresel kıyafetlerini giyerek Meclis kürsüsünden gelecek tasavvurlarının Türk toplumuyla birlikte olduğunu haykıran Dersim mebusu Hasan Hayri Bey’in ve temsil ettiği Dersimli Alevi toplumunun geleneğidir.

Anılan gelenek;

Kürdistan Teali Cemiyeti’nin bütün kışkırtma ve tahrikleri ile Koçkirideki, “Alevilerin devlete karşı isyan halinde oldukları”  şeklindeki yansıtışlarının sebep olduğu te’dip ve tenkile rağmen Mustafa Kemal’in yanında yer almaktan ve “devlete karşı isyan içinde olmama durumundan” asla vaz geçmeyenlerin meydana getirdiği gelenektir.  

Koçkiri hadisesinde Alevilerin devlete karşı isyan içinde bulundukları iddiası, yine devlet kadrolarını işgal eden; Türklerle Kürtlerin birlikte yaşama iradesine ihanet eden etnik ayrılıkçı unsurların Alevi toplumuna attığı çirkin bir iftiradır. Müfteriler, emirlerindeki  Hamidiye kuvvetleriyle  Dersimdeki Alevilere katliam girişiminde bulunan,  Kürt Teali Cemiyeti kurucuları ile onlarla eşgüdümlü hareket eden istihbarat elemanı Nuri Dersimi’dir.

Nuri Dersimi üzerinden ve O’nun yalanlarıyla, Dersimli Alevi topluluklara atılan iftiralar; ne yazık ki bu gün bir kısım Alevi kişi ve kurum tarafından, etnik olarak Türk olmamalarına bağlanan hadiselerin doğurduğu bir “hakikat” olarak sunulmaktadır.

Anılan gelenek,

Sevr Anlaşmasının imzalandığı ve Türk halkına dayatıldığı tarihi süreçte; Kürtlerin bağımsızlığı için çalışan Hamidiye Alay komutanı Miralay Halit Bey’in; Alevi Lolan ve Hormek ileri gelenlerine irad ettiği nutka karşılık; Varto’daki Aleviler adına söz alan Halil Ağa’nın söylediği şu sözlerdeki tarihsel derinliğin geleneğidir.

 Halil Ağa:

“Halit Bey! Erkekçe konuşalım biz Kürt değiliz. Nemrud’la da bir akrabalığımız yoktur. Siz Hamidiye Alayı oldunuz yıllarca biribirimizi kırdık. Bu defa sultan olmak isterseniz biz de size kul olmayız. Biz beylik istemiyoruz. Bırakın kardeşler gibi yaşayalım.”

Yukarıdaki ifadenin tarihsel kimliğimizde ifade bulan,  bütün derinliği ve  duruluğuyla, bir kez daha haykırıyoruz: “Biz Kürd değiliz, Nemrud’la da bir akrabalığımız yoktur.” 

 İmdi, tek fert olarak da kalsak; üstümüze  bombalar, roketatarlar, kurşunlar da yağsa; günlerce, aylarca, yıllarca beynimize işleye işleye; “yumuşak karnımıza vura vura” Dersim hadisesinde meydana gelen hadiseleri, bu hadiseler karşısında  duyduğumuz acıları ne kadar  diri ve canlı tutarsanız tutun   biz, mankurtlaşmayacağız.Acılarımız üzerinden yalanlarınıza teslim olmayacağız. Yalanlarınıza, iftiralarınıza, küresel emperyalist güçlerle işbirliği içinde Türk toplumuna ve Türkiye Cumhuriyetine  kurduğunuz tezgaha gelmeyeceğiz.

Tarihen olageldiği gibi, “Kürd” olmadığımızı haykırmaya devam edeceğiz. Kürd olmayışımızın bilincini, Kürt toplumuna karşı geliştirilen, ırkçı, faşist söylemlerin peşine takılmasına da müsaade etmeyeceğiz. Türk milletinin asli unsuru olarak, Türkiye Cumhuriyet’nde kardeşçe ve birlikte  yaşayacağız.  

Yukarıdaki tespitler ile zikredilen tarihsel geleneklerimiz bağlamında;

2. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Alevi topluluklar gerçekte  “Kürd” olmadıkları ve kendilerini  “Kürd” kabul etmedikleri halde; bu toplulukların eski çağdan kalma inançları ve kültürlerinden hareketle;  anılan toplulukların etnik olarak “Kürd”  ve inanç olarak da “İslam dışı” oldukları; sistematik olarak toplumumuza enjekte edilmekte ve tarihsel geleneklerimiz söz konusu iddialar üzerinden tahrif edilmektedir.

Küresel Batı’nın Ortadoğu ve Türkiye siyasetini dizayn etme politikalarıyla paralel ve eşgüdümlü olarak ileri sürülen söz konusu iddialar; Türk toplumunun yaşam alanlarına doğru yayılmakta ve Alevi toplumunun Cumhuriyetin kuruluşu ile  birlikte  devlete ve cumhuriyete olan bağlılığını ifade eden tarihsel geleneklerini tahrif etmekte, Alevi toplumunu giderek küresel batı emperyalizminin kontrolüne giren ayrılıkçı bölücü “Kürt hareketleri” ile PKK’nın peşine takmaktadır.

Alevi toplumunun tarihsel gelenekleri ile varlık alanlarında karşılaştıkları hakikatler ve taleplerini, etnik kimlik siyaseti yapan siyasal partiler ile PKK söylemlerinin peşine takmak; tarihsel geleneklerimize, yine bu gelenekleri oluşturan ailelerin çocukları tarafından yapılan en büyük ihanettir.

İhanet; soysuzlaşma, kimliksizleşme ve yok oluştur.

Başını Avrupa’nın değişik ülkelerinde örgütlenmiş bulunan muhtelif Alevi kuruluşlarının çektiği “Alisiz Alevicilik” savunucularıyla; etnik kimlik üzerinden siyaset yapan siyasi partilerle organik bağ içinde bulunan  Türkiye’deki “çeşitli  Alevi kuruluşları”, ihanet ve soysuzlaşmanın mahfilleridir.

Türkiye’deki Alevi toplumunu “Kürtçülüğün” ve “etnik siyasetin” peşine takan bu çevrelere açıkça söylüyoruz: Ne yapmak istediğinizi biliyoruz.

Mehmet Şerif Fırat’ın gelenekten aldığı itki ve güçle; gerek Kurtuluş Savaşı sürecinde ve gerekse Cumhuriyet döneminde göstermiş olduğu siyasal duruş üzerinden; Alevi toplumuna ne türden bir operasyon çektiğinizi biliyoruz. Ve artık şunu bilin ki; sizden hiç korkmadık. Bu güne kadar eğer susmuş isek; karşısında yer aldığımız tarihsel geleneklerle aramızdaki gerginliklerin “birlikte ve kardeşçe yaşama istencimize” galebe çalmamasıdır.

Fakat artık ifşa edeceğiz sizi. Maskelerinizi düşüreceğiz.

Saygıdeğer Alevi Bektaşi toplumu;

Bu gün Türkiye’deki Alevi toplumu bir kısım Alevi kuruluşu ile “Alisiz Alevicilerin” Alevilik üzerindeki tahribatları ve  Alevi toplumunu Kürtçülüğün peşine takma çabalarının doğurduğu büyük bir tehditle karşı karşıyadır. Bu nedenle, anılan çevreler, Alevi toplumunun Cumhuriyet devrinde yetiştirmiş oldukları sembol isimlere;  sistemli olarak saldırarak, bahsedilen saldırıların oluşturduğu iklim üzerinden Alevi toplumunun devlet ve Cumhuriyetle olan ilişkilerini zayıflatmaya çalışmaktadırlar. Son zamanlarda   saldırının odağı haline gelen  kişilerden  biri de rahmetli Mehmet Şerif Fırat’tır. Mehmet Şerif Fırat,  1925 Seyh Sait İsyanına karşı çıkmış, isyanın bastırılmasında aktif rol almış ve 1948 de yazdığı “Doğu İlleri ve Varto Tarihi” kitabı ile Alevi toplumu üzerinde derin etkiler bırakmış bir cumhuriyet aydınıdır.

Türkiye‘de çok partili hayata geçiş sürecinde Demokrat Parti ile CHP arasında yaşanan siyasi  tartışmalar ve gelişmelere “Varto Mektubu” adındaki makalesiyle dahil olan bir aktördür.

1946 yılında Sovyetler Birliği’nin işgal ettiği İran topraklarını terk etmeyerek burada kendisine bağlı “Muhtar Azarbaycan” devleti ile “Mahabat Kürt Devleti”ni kurması ve Türkiye’nin doğusunda bir “Kürt Kongresi” toplama girişimiyle Ortadoğu’ya yayılma eğilimi, ABD’yi harekete geçirmiş ve ABD başkanı Truman “Truman Doktrini”ni ilan ederek, Ortadoğu’nun kendi kaderine terk edilmeyeceğini; Sovyetlerin Ortadoğu’da yayılma girişimine karşı Yunanistan ve Türkiye’nin destekleneceğini ilan etmiştir.

Bu kapsamda ABD’nin de baskısı ve itkisiyle Cumhurbaşkanı İsmet İnönü; rejimi normalleştirmek ve muhalefete örgütlenme imkanı tanımak üzere 12 Temmuz Beyannamesini ilan etmiştir. Anılan beyanname ile  Demokrat Parti’ye yurdun her yerinde örgütlenme imkanı tanınmış ve sürgün edilen “Kürt  ağa, şeyh ve beylerinin” aileleriyle birlikte memleketlerine dönmelerine izin verilmiştir.

Sovyetler Birliği ise, Boğazların statüsünü gündeme getirmek ve Türkiye’den toprak ve üs talep etmekle birlikte Türkiye ile olan saldırmazlık antlaşmasını  kaldırdığını ilan etmiştir. Bununla birlikte Türkiye’nin doğusunda bir Kürt Kongresi toplama hazırlıkları yapmıştır.  

Sovyetler Birliğinin Kürtler üzerinden Ortadoğu’ya  yayılma girişimi karşısında ABD; Kürtleri Sovyetlerin etkisinden kurtarmak ve kontrol altında tutmak maksadıyla Demokrat Parti’yi harekete geçirmiş; Demokrat Parti üzerinden Kürt hareketleriyle irtibat kurmuştur. Zira tam da bu dönemde sürgün edildikleri bölgelerden memleketlerine dönen Kürt feodal beyleri ile din adamları, CHP ile DP arasındaki siyasi çekişmeleri fırsat bilen Rusya’nın Türkiye’ye karşı harekete geçeceğini ve  Kürtleri kurtaracaklarını propaganda ederek şimdiden örgütlenmelerini ve silahlanmalarını istemişlerdir.

Anılan siyasi konjönktörde ve 12 Temmuz Beyannamesinin ilanından sonra; Cumhurbaşkanı İnönü ve Demokrat Parti kurucusu Celal Bayar’ın “doğu gezileri” gündeme gelmiştir. 12 Temmuz Beyannamesinden sonra, hükümet ile DP arasındaki uzlaşmayı ve Demokrat Parti’nin politikalarını anlatmak üzere Erzurum’a gelen Celal Bayar’ı Şeyh Sait isyanı bakiyeleri büyük bir coşkuyla karşılamışlardır

Gerek İsmet İnönü ve Gerekse Celal Bayar’ın doğu gezileri ve Kürt milliyetçilerinin anılan faaliyetleri, bölgedeki Alevi toplulukları rahatsız etmiş ve Hamidiye dönemindeki  güvenlik kaygılarının tekrar ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu nedenle anılan kaygıları dile getirmek üzere, Mehmet Şerif Fırat; basında “Varto Mektubu” adıyla anılacak olan “İrtica Yılanı Uyanıyor”  başlığıyla bir makale kaleme alarak Hüseyin Cahit Yalçın’a göndermiş, makale Tanin gazetesinde manşetten yayımlanmıştır.

Makalesinde özetle, Rusya’nın “irtica” şeklinde gelişen Kürt hareketlerini himaye ettiğini, Sürgünden memleketlerine dönen Şeyh Sait ailesinin istiklallerini ele almak üzere Kürt toplulukları harekete geçirdiklerini ve Kürtlerin; DP ile CHP arasındaki siyasi kavgalardan yararlanarak istiklallerini ele almak üzere silahlandıklarını, anılan kesimlerin Demokrat Parti’den güç aldıklarını ve Demokrat Parti kurucusu Celal Bayar’ın Erzurum gezisi sırasında Şeyh Sait İsyanı’nın bakiyeleri tarafından “Şeriatın Kurtuluş Orduları Komutanı” gibi karşılandığın  ifade etmiştir. Varto Mektubu, Türk basınında uzun süre yer almış ve CHP ile DP arasındaki siyasi gerilimin merkezini oluşturmuştur. Vatan gazetesinin başyazarı Ahmet Emin Yalman, Demokrat Parti kurucusu Celal Bayar ve Fuat Köprülü mektubun yazarı hakkında çok sert yazılar kaleme almışlardır. Adı geçen şahıslar, mektubun yazarının “Kürtlere çirkin bir şekilde dil uzattığını”  ifade ederek; hükümet tarafından cezalandırılmasını talep etmişlerdir.  

Anılan gelişmeler sonucunda Mehmet Şerif Fırat, bir tertiple öldürülmek ve ortadan kaldırılmak suretiyle Kürt unsurlar; Demokrat Parti üzerinden ABD’nin Ortadoğu da yürüttüğü politikalarla uyumlu hale getirilmişlerdir.

Siyasal sistem, Mehmet şerif Fırat’ı bir tertiple öldürtmek ve ortadan kaldırmak yoluyla, Kürt milliyetçilerinin gönlünü almakla birlikte; Mehmet Şerif Fırat’ı, ailesini, geleneklerini; Türk sağcılarıyla Kürt milliyetçilerinin ortak siyasal çıkarlarına   feda etmiştir. Öyle ki, Demokrat Parti ile Şeyh Sait ailesinin cinayetteki rollerini örtbas etmek amacıyla yargılama; Demokrat Parti iktidarı döneminde, Bitlis Ağır Ceza Mahkemesine naklettirilmiş ve yargılama dosyası dahi imha edilmiştir.

Hal böyle iken, 1960 tan beridir sistemli olarak Mehmet Şerif Fırat ve oluşumuna katkı yaptığı Alevilerin tarihsel gelenekleri gündeme getirilerek; devletle ve Cumhuriyetle hesaplaşılmaktadır. Hesaplaşma içinde bulunanlar yine Alevi kesimler ve bu kesimleri Kürtçülüğün peşine takmaya çalışan  mahfillerdir.

Son yıllarda Fethullaçı terör örgütünün kontrolündeki Taraf gazetesinde Ayşe Hür, Dersim olayları ve Mehmet Şerif Fırat’ı gündeme getirerek; Dersim olaylarında Mehmet Şerif Fırat, Celal Bayar ve İsmet İnönü’nün rollerini tartışmış; akabinden Faik Bulut, Haydar Işık gibi Kürtçü yazarlar Mehmet Şerif Fırat olayını  gündeme getirmişlerdir.

Aynı tarihlerde; İran’da istihbarat faaliyetleri yürüten Christopher De Bellaıgue, her nedense Türkiye’ye geçerek, Mehmet Şerif Fırat’ı konu alan “İsyan Toprakları, Türkiye’nin Unutulmuş Halkları Arasında” kitabını yazmıştır. Ancak, “Anadolu’nun Unutulmuş Halkları Arasında” gezerken, Mehmet Şerif Fırat’ı ve Kürtçülüğe karşı faaliyetlerinin ne denli bir direnç oluşturduğunu keşfetmiştir, İsyan topraklarının yazarı…  “Anadolu’nun unutulmuş halkları” arasındaki gezisine başlamadan bilin bakalım; Ankara’da kimle görüşmüştür? Taraf gazetesi yazarı, Mehmet Şerif Fırat’ın kızından olma torunuyla evli olan İsmet Demirdöven’le. 

Aynı tarihsel süreç içinde Kürtçü Faik Bulut da sürece katılmış ve  “Horasan Kimin Yurdu” kitabında Mehmet Şerif Fırat üzerinden Alevilerin Cumhuriyet ve devletle olan ilişkilerini tartışmıştır. Bulut, diğer Kürtçüler gibi, Türkiye’nin Kürt meselesi konusundaki resmi tarih tezinde Mehmet Şerif Fırat’ın önemine işaret etmiştir.  

Ve nihayet İsmail Beşikçi  söz konusu tartışmalara dahil olarak; Mehmet Şerif Fırat’ın resmi ideolojinin oluşumundaki önemini  bir kez daha ortaya koymuştur.

Olaya dahil olan bir başka kişi, Mehmet Şerif Fırat ile aynı aileden gelen Hüseyin Akar’dır. Akar, Mehmet Şerif Fırat’ın  “Dersim  Katliamı”nda hiçbir dahli olmadığı halde “Dersim Katliamı”na katıldığını; hatta yakın akrabası Bertal Efendi ve ailesinin topluca öldürülmesinden sorumlu olduğunu iddia ederek, iftira ve yalan kervanına müdahil olmuştur.

Paralel zamanda Avukat Ruşen Arslan “Şeyh Sait İsyanında Varto Aşiretleri ve  Mehmet Şerif Fırat Olayı” adında bir kitap yazarak; Mehmet Şerif Fırat’ın devletin bir ajanı, hain, “işbirlikçi bir Türk ırkçısı” olduğu ve aile içi bir arazi anlaşmazlığı edeniyle öldürüldüğünü; kırık mezar taşı fotoğraflarını yayımlamak suretiyle mezarının, kendi köylüleri olan akrabaları tarafından kırıldığını; akrabalarının dahi Mehmet Şerif Fırat’ın görüşlerine itibar etmediğini yazmıştır.

Anılan Kürtçü ve Fetöcü  unsurların; Mehmet Şerif Fırat üzerinden, Alevi toplumunun tarihsel geleneklerine saldırmaları üzerine; öncelikle Rahmetli Mehmet Şerif Fırat’ın mezarını yaptırdım ve hemen aynı zamanda; söz konusu iddiaları karşılamak ve bu kesimlerin yalan ve iftiralarını deşifre etmek üzere; “Siyasi Bir Cinayetin Anatomisi, Mehmet Şerif Fırat Olayı ve Kürt Sorunu” kitabını  kaleme aldım.   2011 yılında ise söz konusu geleneklerimizi ifade ve temsil etmek üzere, Muş’tan CHP listelerinden  milletvekilliği seçimlerine katıldım.  

Seçim sathi mahallinde Varto’daki Alevi seçmene; Alevilerin Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet devrinde oluşturmuş oldukları geleneklerden bahsederek; onlardan atalarının oluşturdukları geleneğe sahip çıkmaların istemem bir hayli yankı uyandırmış ve nihayet karşımdaki aday HDP’nin en güçlü isimlerinden Sırrı Sakık olduğu halde; Sırrı Sakık seçim bölgem olan Varto’lu Alevi seçmenden ancak ve ancak 400‘e yakın oy alabilmiş idi. 

Ve nihayet, 2014 yerel seçimlerine gidilirken, çözüm sürecinin yarattığı iklimde; Varto’daki Alevi toplumun kendi tarihsel geleneklerine sahip çıkmalarından rahatsızlık duyan  PKK ve işbirlikçileri; büyük çoğunluğu bana oy veren ve akrabalarımın çoğunlukta olduğu merkez köylerimizden Onpınar Köyünde bir  “Köy  Komitası”  kurarak, bu komitanın çalışmalarıyla seçime katılmış ve adayları muhtarlık seçimini kazanmıştır. Seçimin hemen akabinden, 2011 seçimlerinde yanımda olan eski köy muhtarını ve kardeşlerini Cem evine çağırarak, üniformalı dört PKK’lı militanın hazır bulunduğu bir yargılama yapmış; bu yargılama esnasında, Mehmet Şerif Fırat’ın torunu olan eski muhtarı linç etmeye girişmişlerdir. Söz konusu olaylar sırasından eski muhtarın kardeşi Ali Ekber Karacan, ağabeylerini öldüresiye döven köylülerin üzerine ateş açarak iki köylünün ölümüne sebep olmuştur. 

Olayın ertesi  günü “köy komitası” ailenin hayvanlarına, arazilerine el koymuş; evlerini yakmış, ailenin köyü terk etmesini ve diğer akrabalarının ise olaya müdahil olmamasını, hatta “köyü terk etmelerini” istemişlerdir.

Öldürme olayını gerçekleştiren Ali Ekber Karacan, kolluk kuvvetlerine teslim olmuş ve yapılan yargılamalar sonucunda: “Ağırlaştırılmış müebbet hapis”le cezalandırılmıştır. Bizler olayın bir PKK komplosu olduğun bildiğimiz halde; olay sırasında Cem evinde dört PKK'lı militanın hazır bulunduğunu, bu militanların gözetimi ve denetiminde söz konusu olayların meydana geldiğini, tanık ifadelerine dayalı olarak ortaya koyamadık. Zira tanıklar,  “Çözüm sürecinin güçlendirdiği PKK kontrolündeki iklimde” ifade vermekten korkup çekinmişlerdir. Fakat böyle olduğu halde, hakikatin, anlattığımız şekilde olduğu, bütün köylü tarafından bilinmektedir.

Bu olaydan sonra, Varto’daki Alevi toplumu, PKK’nın tamamen kontrolüne girmiş ve kendi gelenekleri ile siyasal tercihlerini PKK direktifleri dışında kullanmalarının koşulları ortadan kaldırılmıştır.

İmdi PKK ve bir kısım Kürtçüler; Mehmet Şerif Fırat’ın oluşumuna katkı yaptığı devletten yana ve Cumhuriyet değerleriyle uyumlu geleneklerinin  gücünü kırmak üzere, Mehmet Şerif  Fırat üzerinden devletle bir ideolojik  hesaplaşma içine girerek ve bu süreçte  bir çok yalan yanlış iftira ve manipulasyonlarla Mehmet Şerif Fırat’ı ve sahip olduğu tarihsel geleneklerde kırılmalar yaratarak, Alevi toplumunu kendi yanlarına çekmeye; Kürtçülük hareketinin peşine takmaya çalışmaktadırlar. Bu nedenle, Kürtçülüğe karşı siyasal tavrı yanı sıra, yazdığı kitabında ileri sürdüğü Alevi inancına ilişkin temel düstürlar ile ritüellerin Türk toplumunun  tarihsel varlığıyla ilişkisinin kurulmuş olmasından; Aleviliğin, Türklerin İslamiyet’i kabulüyle ortaya çıkmış bulunan özgün bir İslami inanç formu oluşu çerçevesinde; Hz Ali ve Ehlibeyt  sevgisini işlemiş olmasından rahatsızlık duymaktadırlar. 

Zira, bu çevreler, “Alisiz Alevilik” üzerinden Aleviliğin tarihsel ve toplumsal temellerinde tahribat yaratarak  Alevi toplumunu Kürtçülüğün peşine takmakta ve bu hareketin içinde güç kazanmak üzere Alevi toplulukları siyasi çıkarları doğrultusunda istismar etmektedirler.

Anılan bağlamda;

3. Cumhurbaşkanımızın Kültür Bakanlığı bünyesinde Alevi Bektaşi Cemevi  Başkanlığını kurmuş olması  önem arz etmektedir. Zira anılan kurumun kurulmasıyla,  Alevi toplumunun inançları ile  sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik sorunlarını istismar ederek, Alevi toplumunu siyasi çıkarları ve ideolojik doğmaları doğrultusunda kullanan bu kesime büyük bir darbe vurulmuştur.

Cumhurbaşkanımız  Alevi toplumunun muhtelif ihtiyaçlarının karşılanması  ve bahusus kendilerini özgün kimlikleriyle ifade etmelerini sağlamak, hiçbir etki ve yönlendirmeye maruz kalmadan inançlarını yaşamak üzere; Kültür Bakanlığı bünyesinde  Alevi Bektaşi Cemevi Başkanlığını kurmuş olması, Alevi toplumunun  varlığı ve söz konusu varlığın resmi düzeyde tanınması yanı sıra kendilerini ifade edebilecekleri, şeffaf, her kese açık, kamusal bir alan olması itibariyle  devrim niteliğinde bir adımdır.

Anılan kurumun içinin nasıl doldurulacağı, ana yönelimlerinin ne olacağı ise yine Alevi toplumunun muhtelif sorunlarını, ihtiyaçlarını, inanç ve itikatlarını, ritüellerini nasıl ifade etmek istedikleri ve hepsinden de önemlisi  gerçekte tarihen “ne oldukları” ile ilgili bir durumdur.

Anılan çerçevede, bir kısım Alevi topluluklarda  görülen söz konusu kurumun Aleviliği asimile edici, Aleviliğin devletin kontrolünde  bir inanç olacağı, özgün kimliğini kaybedeceği kaygıları, her ne kadar işin olağan akışında ortaya çıkabilecek kaygılar ise de; söz konusu kaygıları ortadan kaldıracak olan; Alevi toplulukların özgün kimliklerini duyumsatma gücü olacaktır.

Ancak Alevi Bektaşi Cemevi Başkanlığının faaliyetlerine karşı oluşturulan direncin ana kaynağının, Alevilerin özgün duruşları ve  kendilerini ifade edişlerinin ürünü  olmayıp; bu güne kadar Alevi toplumunun inançları ile siyasal reflekslerini istismar ederek, Alevi toplumunu kontrol eden bir takım “gizli ajanda sahibi  Alevi  Kuruluşunun” bilinçli ve sistematik olarak oluşturdukları ve topluma enjekte ettikleri kaygılar olduğunun, bilinmesi gerekmektedir.

Öyle ki anılan çevreler, Aleviliğin inanç, itikat ve ritüelleriyle oynayarak,  Türk  tarih ve kültürüyle ortaklıklarını, toplumsal hafızadan silmeye çalışmakta, Aleviliğin içini boşaltmakta; Aleviliği  itikatsizleştirmekte ve  kimliksizleştirmektedirler.

Oysa Alevilik, Türki toplulukların İslam toplumlarıyla yarattıkları, tarihsel uzlaşmaların inancı olup; İslamın bir yorumu; İslami özün Anadolu ve Horasanda ortaya çıkmış  sosyal gerçeklik inşaası ve hakikat yaklaşımıdır.

Hakk, Muhammed, Ali” de ifade bulan inançtır. Hakkı önceleyen, Hz Muhammed’i O’nun resulu ve Hz Ali ile Hasan ile Hüseyin’i nesebi gören  anlayıştır. Öyle ki, Seyid Rıza’nın idamı esnasında dile gelendir:

Evladı Kerbelayık, yazıktır, günahtır.

Sizlerin bu günlerde ayrılıkçı bölücü emellerinize alet ettiğiniz Seyid Rıza dahi, Ehlibeytten olduğunu ifade ederken; sizler ve bir kısım Alevi toplumunun inanç önderleri(!) nasıl oluyor da atalarınıza, inançlarınıza ihanette, biribirinizle yarışıyorsunuz?

Atalarımızın kutsal ocakları Kureyş Baba ile Baba Mansur, diyecek bir laf var mı?

Artık yeter, bir toparlanıp kendinize gelin…

Mustafa FIRAT,

Mehmet Şerif FIRAT’ın torunu

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!