İstanbul
11 Aralık, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    34.06
  • EURO
    37.74
  • ALTIN
    2730.4
  • BIST
    9833.22
  • BTC
    57646.840$

Şah İsmail Hatai, Hakk'a yürüyüşünün 500. yılında anıldı


Şah İsmail Hatai, Hakk'a yürüyüşünün 500. yılında anıldı
Alevi Bektaşi Kızılbaş toplulukların Hacı Bektaş Velî'den sonra en önemli mürşidi ve Safevî devletinin kurucusu Şah İsmail Hatâî, Hakk'a yürüyüşünün 500. yılında Türkiye, Balkanlar, Azerbaycan, İran ve Irak'ta anıldı.

Balkanlardan Asya içlerine kadar geniş bir coğrafyada yaşayan toplulukların inançlarını yönlendiren ve Alevilik Bektaşilik ve Kızılbaşlık adları altında bugünlere kadar etkisini sürdüren Şah İsmail Hatâî, ölüm yıl dönümü olan 23 Mayıs'ta 500. kez anıldı.

Türkiye, Balkanlar, İran, Azerbaycan, Irak ve daha pek çok ülkede 500. ölüm yıldönümü adına etkinlikler düzenlenen Şah Hatâî kimdi?

ŞAH İSMAİL HATÂÎ KİMDİR?

Şah İsmail, 25 Receb 892’de (17 Temmuz 1487) Erdebil’de doğdu.

Babası Safevî tarikatının şeyhi Haydar, annesi Uzun Hasan’ın kızı Âlemşah Halime Begüm’dür.

Ebü’l-Muzaffer Bahâdır el-Hüseynî unvanıyla anılır.

Şah İsmâil henüz bir yaşında iken babası Şeyh Haydar, Şirvanşahlar’la giriştiği mücadelede Akkoyunlular tarafından öldürülünce kardeşleri İbrâhim, Ali ve annesiyle birlikte İstahr Kalesi’ne hapsedildi.

Burada yaklaşık dört yıl gözetim altında tutuldu. Akkoyunlu Sultan Yâkub’un ölümünden sonra tahta geçen Rüstem Bey kardeşi Baysungur’a karşı Safevîler’in desteğine ihtiyaç duyduğundan İsmâil’i ve kardeşlerini Tebriz’e getirtti.

Ancak Baysungur’un bertaraf edilmesinin ardından Safevî tarikatının başına geçen Sultan Ali’yi öldürttü (899/1494).

Bunun üzerine Safevîler küçük yaştaki İsmâil’i kendilerine şeyh olarak kabul edip onu Erdebil’e kaçırdılar.

Şah İsmail önce Reşt’e, daha sonra Gîlân Valisi Kârkiyâ Mirza Ali’nin davetiyle Lâhîcân’a götürüldü.

Şah İsmâil, Lâhîcân’da bölgenin ileri gelenlerinden Kadı (Muallim Sadr) Şemseddin Lâhîcî’nin yanında Farsça, Arapça, Kur’an, tefsir ve İsnâaşeriyye Şîası usulünü, kızılbaş alperenlerden savaş tekniklerini öğrendi.

1498’de Akkoyunlu Rüstem Bey’in ölümü İran’ı yeni bir kargaşaya sürükledi. 

Bu durumu fırsata çevirmeyi hesaplayan İsmâil on iki-on üç yaşlarında iken Gîlân’dan ayrılıp önce Erdebil’e gitti.

Şah İsmail Erdebil'den sonra Karabağ'a ve daha sonra da Erzincan’a yöneldi (905/1500).

Şah İsmail'in Anadolu’ya geldiğini haber alan kızılbaş Türkmenler onun etrafında toplandılar.

Ustaclu Türkmenleri, İsmail’i yaylalarına davet edip görkemli bir şekilde karşıladılar.

Bu durum etraftaki Türkmenler tarafından duyulunca kalabalık kitleler halinde şahın hizmetine katılmalar başladı.

Avşar, Çepni, Şamlu, Dulkadırlı, Tekeli, Rumlu, Kaçar, Varsak ve diğer aşiretlere mensup kızılbaş Türkmenler İsmâil’in askerî gücünü kısa sürede arttırdılar.

Şah İsmâil 906 yılı başlarında (1500 yazı) Erzincan’dan ayrılıp Şirvanşahlar’ın üzerine yürüdü, Şirvanşah Ferruh Yesâr’ı öldürdü, Bakü ve Şamahı Safevîler’in eline geçti.

907 (1502) yılı baharında Akkoyunlu Elvend Bey’in ordusunu Nahcıvan yakınlarındaki Şerûr’da ağır bir yenilgiye uğrattıktan sonra Tebriz’e girerek tahta çıktı.

Böylece Safevî devleti kurulmuş oluyordu.

Şah İsmail Tebriz'de on iki imam adına hutbe okutup para kestirdi.

Bu sırada yeniden toparlanmaya çalışan Elvend Bey’i Tebriz yakınlarında, Akkoyunlu Murad Bey’i de Hemedan yakınlarında Almakulağı savaşında mağlûp etti (908/1503).

Böylece Irâk-ı Arab, Horasan ve Hûzistan hariç Akkoyunlu topraklarının büyük bölümünü ele geçirdi.

1504’te Fîrûzkûh bölgesinin hâkimi Hüseyin Kiyâ Çelâvî’yi bertaraf ettikten sonra Fîrûzkûh, Gülhandan ve Asta kalelerini zaptetti.

Ardından Mâzenderan, Lâhîcân ve Cürcân hâkimleri şaha gelip itaatlerini bildirdiler.

Öte yandan Yezd’de ortaya çıkan ayaklanma da kısa sürede bastırılıp Lala Hüseyin Bey, Yezd hâkimliğine tayin edildi.

Şah İsmâil, 1504-1505 kışını İsfahan’da geçirdiği esnada II. Bayezid’in elçileri gelerek onu zaferlerinden dolayı tebrik ettiler.

913 (1507) yılında Şah İsmâil, hâkimiyetini Diyarbekir’e doğru genişletmeye çalışan Dulkadıroğlu Alâüddevle Bey’e karşı yürüdü.

Erzincan tarafından hareket edip Osmanlı topraklarına girdi ve Kayseri üzerinden Maraş ve Elbistan’a ulaştı.

Alâüddevle Bey savaşa yanaşmayınca Maraş ve Elbistan’ı tahrip ederek Tebriz’e döndü.

914’te (1508) Irâk-ı Arab’a yürüdü.

Ardından Kerbelâ, Necef ve Sâmerrâ’ya giden Şah İsmâil on iki imama ait türbeleri tamir ettirdi.

Luristan ve Hürremâbâd üzerine sefere çıkıp gulât-ı Şîa’dan sayılan Müşa‘şa‘lar’ı bertaraf etti ve Havîza, Dizfûl, Luristan’ı aldı.

Tebriz’e döndükten hemen sonra Şeyh Şah’ın ayaklanmasını bastırıp Şirvan ve çevresine yeniden hâkim oldu.

Şah İsmâil, Özbek Hanı Şeybânî Han’ın üzerine yürüdü.

Damgan, Gürgân (Esterâbâd) ve Meşhed’i kolaylıkla zaptetti.

916 (1510) yılında yapılan savaşta Şeybânî Han ağır bir yenilgiye uğratılıp savaş meydanında öldürüldü.

Merv de Safevîler’in kontrolü altına girdi.

Şeybânî Han’dan sonra Özbekler’in başına geçen Ubeydullah Han 1512’de Horasan’a girerek Herat’a kadar olan yerleri ele geçirdiyse de çok geçmeden Şah İsmâil, Horasan’a ordu sevkedip Herat, Belh ve Meşhed’i geri aldı.

Dönüşte Safevîler’e karşı isyan halinde olan Nesâ ve Ebîverd itaat altına alındı (919/1513).

1511’de Güney Anadolu’daki Tekeli Türkmenleri ayaklanarak İran’a yöneldiler.

Osmanlı ordusu ayaklanmayı bastıramadı.

Sivas yakınlarında yapılan savaşta Şahkulu Baba Tekeli’nin öldürülmesine rağmen Tekeliler, Erzincan yakınlarında ticaret kervanını yağmaladıktan sonra İran’a ulaşmayı başardılar.

Şah İsmâil, Tekeliler’in ileri gelenlerini ticaret kervanlarına saldırdıkları gerekçesiyle idam ettirip aşiret mensuplarını diğer kızılbaş reisleri arasında paylaştırdı.

1512’de Rumlu Nûr-Ali Halife, kızılbaş Türkmenler’i toparlayıp Safevî ordusuna katılmalarını sağlamak amacıyla Anadolu’ya gönderildi.

Nûr-Ali, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan topladığı kızılbaş Türkmenler ile Tokat yakınlarında Osmanlı ordusunu hezimete uğrattı.

Tokat’ı kısa bir süre elinde tutarak Şah İsmâil adına sikke kestirdi.

Bu olaylar sırasında II. Bayezid’in torunu ve Şehzade Ahmed’in oğlu Murad kızılbaş tacı giyerek Şah İsmâil taraftarları arasında yer aldı.

Diyarbekir hâkimi olan Ustaclu (Ustacalu) Muhammed Han, Dulkadır ve Memlük askerlerine karşı kazandığı küçük çaplı başarıların etkisiyle Yavuz Sultan Selim’e hakaret dolu bir mektup gönderdi.

Ancak iki tarafı savaşa zorlayan asıl sebep, Akkoyunlular’ın Osmanlı Devleti ile sınır durumundaki batı topraklarının kısa bir süre de olsa sahipsiz kalması idi.

Bu gelişmeler iki taraf arasındaki dinî rekabete bir de siyasal ve stratejik boyut kazandırdı.

2 Receb 920’de (23 Ağustos 1514) Hoy yakınlarındaki Çaldıran ovasında yapılan savaşta Safevîler ağır bir yenilgiye uğradı.

Şah İsmâil savaş meydanından ayrılarak Dergezîn’e çekildi.

Kızılbaş reislerinden Avşarlı Sultan Ali, Şah İsmâil zannedilerek yakalandıysa da gerçek ortaya çıkınca öldürüldü.

Savaşın ardından Kemah ve Diyarbekir Safevîler’in elinden çıktı.

Böylece Akkoyunlular’ın batı toprakları geniş ölçüde Osmanlı egemenliğine girmiş oldu.

Çaldıran mağlûbiyeti Şah İsmâil’in yenilmezliği inancına büyük darbe vurdu.

Bâbür Şah, Kandehar ve Belh’i ele geçirdi.

Ubeydullah Han Horasan’a saldırdı.

Ülkenin değişik yerlerinde küçük çaplı isyanlar çıktı.

Şah İsmâil Çaldıran yenilgisinden vefatına kadar sakin bir hayat sürdü.

19 Receb 930’da (23 Mayıs 1524) Tebriz’de vefat etti, cenazesi Erdebil’de ecdadının bulunduğu yere defnedildi.

Onun zamanında Azerbaycan, Horasan, Fars, Irâk-ı Acem, Irâk-ı Arab, Kirman ve Hûzistan Safevîler’e bağlanmış; Belh, Kandehar ve Diyarbekir de zaman zaman Safevî hâkimiyetinde kalmıştır.

Şah İsmâil’in sağlam vücutlu ve kuvvetli bir kişi olduğu belirtilir.

Diğer kızılbaşlar gibi o da sakalını tıraş edip sadece bıyık bırakırdı.

Avcılığa meraklı ve iyi okçuydu.

Kendilerini yolunda ölmeye adamış kızılbaşlar ona tam bir itaatle bağlı bulunduğundan her vesile ile adını anarlardı.

Mührü “Z” şeklinde ve yarım ceviz büyüklüğünde olup ortasında kendi adı, etrafına da on iki imamın adları kazınmıştı.

Alevi kızılbaşların ve İslam tasavvuf ehlinin dinî anlayışında köklü değişiklikler yapmıştır.

Şah İsmâil “Hatâî” mahlası ile Türkçe ve az sayıda Farsça şiirler yazmıştır.

Çağdaşları ve hayranlarının “sâhib-i seyf ü kalem” diye nitelediği Şah İsmâil, Türk edebiyatının en önemli şairlerindendir.

Daha on beş yaşında iken bir devlet kuran Şah İsmâil’in şiir yazmaya bu yaşlarda başladığı; Nizâmî, Evhadî, Kişverî-i Tebrîzî, Habîbî gibi Âzerbaycan coğrafyasında yetişmiş Farsça yazan şairlerle Nesîmî ve Ali Şîr Nevâî gibi Türk şairlerinin eserlerini okuduğu anlaşılmaktadır.

Onun Hatâî mahlasını Ali Şîr’in “Nevâî” mahlasına benzeterek aldığı kaydedilir.

Kısa süren hayatı sürekli savaşlarla geçmesine rağmen şiirden hiçbir zaman kopmamıştır.

Şiirini Alevi Kızılbaşlık inancını yayan bir vasıta şeklinde kullanmakla birlikte şair bir yaratılışa sahip olduğundan beşerî, lirik, sanat değeri yüksek şiirler de yazmıştır.

Bağdat’ı fethettiğinde Fuzûlî ile tanışmış, Fuzûlî Beng ü Bâde’yi ona ithaf etmiştir.

Şah İsmâil şiirlerinde tasavvufî konuları işler, on iki imam ve Ehl-i beyt muhabbetini vurgular.

Şah İsmâil’in, “Ey Hatâî fikr-i bikrin eylerim eş‘âra sarf / Tuttu irfan meclisin defterle dîvan şimdiden” beytinden şiirlerinin ölümünden önce divan haline getirildiği anlamı çıkarsa da böyle bir nüshanın varlığına dair bir işaret bulunmamaktadır.

Onun divanı, ölümünden on bir yıl sonra 1535’te oğlu Şah Tahmasb’ın emriyle kendisinin saray hattatı Şah Mahmûd Nîsâbûrî tarafından derlenerek oluşturulmuştur.

Bugün Özbekistan Cumhuriyeti Taşkent İlimler Akademisi’nde Şarkiyat Enstitüsü Kütüphanesi’nde kayıtlı olan bu nüsha (nr. 1412) on dört kaside, 248 gazel, on rubâî ve Dehnâme adlı eserini içermektedir.

Divanın XVII. yüzyıla kadar istinsah edilen nüshalarında (meselâ bk. Bibliothèque Nationale, Supplément Turc, nr. 307, 995; British Museum, Or., nr. 3380, Tebriz’de Sultan Gurrâyî özel kütüphanesi) bütün şiirleri aruz vezniyledir.

XVII. yüzyıldan itibaren Anadolu’da Şah İsmâil’i örnek alan ve onunla aynı mahlası kullanan Alevî-Bektaşî şairlerin yetişmesi, bunların hece vezniyle yazdıkları şiirlerin divan nüshalarına eklenmeye başlaması Hatâî mahlaslı şiirlerin artmasına, dolayısıyla karışıklığa yol açmıştır.

Hatâî’nin şiirleri üzerine ilk çalışmayı V. Minorsky yapmış (BSOAS, X [1942], s. 1007a-1053a), bu çalışmada bazı şiirlerini Paris nüshasından yayımlayıp İngilizce’ye çevirmiştir.

Divanı Azerbaycan’da 1937’de Selman Mümtaz neşretmiş, daha sonra çeşitli baskıları yapılmıştır.

Şah İsmâil’in Dehnâme’si 1505 beyitten oluşan tasavvufî-sembolik bir mesnevidir.

Şairin yirmi yaşlarında iken yazdığı eser onun bu çağda tasavvufun konularına vâkıf olduğunu göstermektedir.

Âzerî Türkçesi’yle kaleme alınan ilk mesnevilerden olan eser tevhid ve na‘tın ardından bahar tasvirinin yer aldığı altmış beyitlik bölümle başlar, daha sonra mesnevinin asıl konusuna geçilir ve olay âşık ile mâşukun arasında geçen hadiseler etrafında döner.

Âşık, Mâşuk, Bağban, Sabâ, Ah, Hud ve Gözyaşı eserin kahramanlarıdır.

Ey iki âlem penâhı şâh u server yâ Alî

Sâhib-i fazl-ı velâyet şîr-i Haydar yâ Alî

 

Geldi destün şânına ism-i yedu’llah bî-gümân

Oldı zât-ı bi-misâlün Hakka mazhar yâ Alî

 

Rûz-ı heycâ sâ’idün ber-fark-ı a’da bes durur

Kabzuna hâcet degül şemşîr ü hançer yâ Alî

 

Ey şecâ’at ma’deni sen hışm ile hükm eylesen

Kün fe-kân bir almadur destine yekser yâ Alî

 

Fazl u ihsân u mürüvvet hem sehâvet kânısın

Lutfına hâk ile cevherdür berâber yâ Alî

 

Ol Alî’sin kim senün şânına geldi hel etâ

Vasfun oldı ma’nî-i Kur’ân serâser yâ Alî

 

Senden özge gelmedi er kılıcundan özge tîğ

Bu söz evsâfunda Hak’dandur mukarrer yâ Alî

 

Kim kalur rûz-ı kıyâmet hevl-i mahşerde susuz

Anda sensin sâki-i ebrâr u kevser yâ Alî

 

Sensin ol Haydar ki dest-i mu’cizâtunı görüp

Hükmüne râm oldı Şâm u Rûm u Berber yâ Alî

 

Ol Alî’sin kim şehâdet barmağın kullâb idüp

Kopdı yirden kuvvetünle bâb-ı Haydar yâ Alî

 

Ol kerâmet kânısın kim Hak Te’alâdan sana

Şark u garb u arş u kürs oldı musahhar yâ Alî

 

Üç yüz ıldan sonra Selmân itdi senden imtihân

Virdün anun destine gül tâze vü ter yâ Alî

 

Sadr-ı dîvân-ı ezelsin pîşvâ-yı enbiyâ

Kutb-ı dîn ü kıble vü mihrâb u minber yâ Alî

 

Lahmüke lahmi rumûzınun beyânı sendedür

Hem-dem ü hem-sırr u hem-râz-ı peyamber yâ Alî

 

Bu Hatâî hasteye hem-râh kılgil himmetün

Kim sana sıdk ilen oldı bende çâker yâ Ali                    

(Macit, Muhsin (2017). Hatâyî Dîvânı. İstanbul: Yazma Eserler Kurumu Yay. 246-247.)

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!