İstanbul
11 Aralık, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    34.06
  • EURO
    37.74
  • ALTIN
    2730.4
  • BIST
    9833.22
  • BTC
    57646.840$

ÖLÜMÜNÜN 500. YILINDA  ŞAH İSMAİL SAVUNMASI

02 Haziran 2024, Pazar 16:48

Şah İsmail Kimseyi Kışkırtmadı, Kimseye de Saldırmadı

Bu yıl 2024. Şah İsmail’in 24 Mayıs 1524 günü ölümünden sonra aradan 500 yıl  geçti.

Ama 500 yıl geçmesine rağmen  halen daha Şah İsmail Savunması yapmak zorunda kalmamız acı  bir durumdur.

O tarihte ve sonrasında yüz yıllar boyunca Şah İsmail için “Doğuda yükselen Osmanlı Devletinin düşmanıydı. Devletimizi içten yıkma için her yola başvururdu. Yıkıcıydı, saldırgandı. Kötü niyetli bir insandı,ka firdi, katli vacipti!!!

Şah İsmail hakkındaki karalama kampanyası  böyle gidiyordu. Daha daha neler neler.  

Çaldıran’a giderken  Yavuz’un yolda yazdığı mektuplarda Şah İsmail’in eşlerine  yaptığı küfürleri ve daha birçok  akla ziyan hakaretleri burada yazmaya da gerek görmedim.

Şah İsmail hakkındaki  beş yüz yıl önce söylenen haksız ve gerçek dışı ithamları bugün dahi tekrar edenleri görmekteyiz.

Halbuki devletlerin ilişkilerinde  geçerli olan çıkarlardır. Çıkarları uygun olursa dost, olmayınca düşman olurlar. Sadece şu bin yılı ele alsak  Türk’ün,  Türk’le kavgasında nice olaylar vardır ki oldukça acıdır ve yürekleri parçalayıcıdır. Bu tür olayları  hatırlanırken şöyle olmuş, böyle olmuş diye anlatır geçeriz. Peki Şah İsmail hakkında neden  500 yıldır hala olumsuz kampanya vardır? 

Çünkü siyasete dini karıştırmışlardır. Bu siyasete dini karıştırmak dünya tarihinde hangi coğrafya da olursa olsun, hangi, din ve mezhepten olursa olsun, çok büyük felaketlere yol açmıştır. Osmanlı yönetimi ve  dini liderler  Şah İsmail’e “Din düşmanı, kafir Aleviler” denmiştir de ondan.

1513 yılı Kasım ayında Edirne’de yapılan çok önemli toplantıda  Osmanlı Yönetimi, özellikle  Yavuz Sultan Selim’in Başdanışmanı olan Kürt lideri İdrisi Bitlisi’nin korkunç bir Alevi düşmanı olması nedeniyle devletin dini kurumlarını da etkileyerek Yavuz Sultan Selim’e “Aleviler kafirdir, katli vaciptir. Şah İsmail’de bu insanların liderdir, Şahıdır. O zaman da onu da yok etmek dinen bize haktır ve dinen bir  emirdir.” fetvasını aldırmışlardır. O andan itibaren  Safevi- Osmanlı çatışmaları, devletle Alevi ilişkileri bu esasa göre yürütüldüğü için artık Şah İsmail düşmanlığının ateşi sönmemiştir.

Olay çok yanlış bir şekilde siyaset denkleminden mezhepsel ve  dinsel çatışma eksenine oturtulmuştur.

Örneğin, Moğollar 1043 yılında Kösedağ Savaşı ile gelip Anadolu’yu yakıp yıktılar. Ses yok.  Sonra  Timur geldi, 1402’de Ankara Savaşı’yla Yıldırım Beyazıt’ı yendi, adeta koca Osmanlı Devletini felç etti. Yıkımla karşı karşıya bıraktı, kimse Timur’a bir şey demiyor.

Ama sıra  Şah İsmail’e gelince, herkesin ayranı kabarıyor. Ağzına geleni sayıyor.

Sonra Uzun Hasan’ın 1471-1472 yılında  Yakup  Bey komutasında  bir orduyu göndererek Osmanlı’nın en önemli tekstil üretimi  ve ticaret merkezi olan  Tokat- Amasya’ya şehirlerine  saldırıp yağmaladı, yaktı yıktı. Taa Beyşehir –Isparta Göller  yöresine kadar geldi, bunun üzerine  başlayan gerginlik savaşa yol açtı. Fatih Sultan Mehmed  kalkıp Anadolu’yu boydan boya geçerek Erzincan’a geldi ve  Ağustos 1473’te Otlukbeli  Savaşı yaşandı. Bu savaş sırası ve sonrasında  bölgede çok büyük insan kaybı oldu. On binlerce Türk evladı öldü, öldürüldü, Bayburt ve Tercan yöresi bizzat Fatih Sultan Mehmed’in  İstanbul’da ki oğlu  Cem’e gönderdiği Yarlığ’ında “Bayburt ilini yakıp yıktım, taş taş üstünde bırakmadım” diye yazmıştır.

Ama bugün  Fatih Sultan Mehmed ile Uzun Hasan’a kızan veya kötüleyen yok. Kin nefret ,karalama falan yok. Timur geldi 1402’de Ankara Savaşı’yla Yıldırım Beyazıt’ı yendi, adeta koca Osmanlı Devletini felç etti. Yıkımla karşı karşıya bıraktı. Kimse Cengiz Han’a ,Uzun Hasan’a ve Timur’a bir şey demiyor. Sıra  Şah İsmail’e gelince, Osmanlıya hiçbir saldırısı, işgaliyesi şusu-busu yok iken, bir anda  herkesin ayranı kabarıyor, Şah İsmail’e  ağzına geleni sayıyorlar.

Bu çok ilginç ve acı bir şeydir.

Halkı Kim Kışkırtıyordu?

Diyorlar ki  “Efendim Şah İsmail Osmanlı devletinin iç isyanlarını kışkırttı” Bu iddia yanlıştır. Kışkırtıcı Şah İsmail değildi. Osmanlı bozuk düzeni halkı kışkırtıyordu. İşte gelin gerçekleri okuyalım.

Şahkulu İsyanı

Şah İsmail’e düşmanlığa ve savaşa bahane bulunan en önemli olay Şahkulu İsyanıdır. Halbuki Şahkulu İsyanı dahil, Osmanlı’da  ki bütün halk isyanlarını  kışkırtan devletin bozulan ekonomik yapısıydı.  Yönetici devşirme ve dönme takımının vergi toplamak için yaptıkları baskılar,  haksızlıklar halkı canından bezdirip isyana sebep oluyordu. Şah İsmail ne yapsın?

Diyelim ki, Şah İsmail sağ iken bunları kışkırtıyordu, öyle ya, peki  öldükten sonra Osmanlı’da  hiçbir halk isyanı olmaması gerekirdi. Madem kışkırtıcısı Şah İsmail  ölmüş, o zaman her yer süt liman olması gerekmez  miydi? 

Ama öyle olmamış.  Şah İsmail öldükten sonra da yüz yıl boyunca Celali Halk İsyanları, Sünni eğitimle yetişen Medrese öğrencilerinin Suhte İsyanları, Sarıca-Sekban İsyanları, Valilerin isyanları örneğin Karayazıcı, Deli Hasan,  Kalenderoğlu, Canbulatoğlu, Erzurum Valisi Abaza Mehmed Bey’in o meşhur isyanları …

Say say bitmez. Bunları Şah İsmail mi kışkırttı?

Osmanlı ekonomisinin bozulması nedeniyle , sosyal hayatın her alanında  çok ağır bir bunalım yaşanıyordu...

Şah İsmail mi yaptı bunları? 

Sağlığında yaşanan ve  kışkırttığı söylenen en çok üzerinde durulanı olan  1511- Şah Kulu İsyanı tamamen ekonomik nedenlerle, yoksulluk yüzünden başlayıp büyüyen bir olaydı. Bunu isyan bölgesine gönderilen Osmanlı araştırma heyeti çok açık olarak raporlarında yazmıştı. 

Osmanlı Maliyesinin en önemli kişisi Celalizade şu yazdıklarıyla açık açık , “Yoksulluk bu isyana sebep oldu” diyor.

… Şeytankulu ayaklanıp Müslümanlarda buldukları atları, katırları zorla yağmalayıp zarar verip bütün alçaklar ata bindirilip  leventlerin bütün süvarileri ve haşareler tam bir asker olup ne kadar vilayet varsa hepsini vurup mal ve mülkü yağmaladılar.. (İsyan sonrasını için şöyle der)...İsyancılar kalabalık bir topluluk olup heybetli büyük bir dağ idiler…Türklerin cesetleri yere serildi. Çözülüp Türklerden keş (peynir-çökelek) döküldü. …Bazı anlayışsız Türklerin taşkınlık ve isyanları oldu. (Şah İsmail'i anlattığı bölümde şöyle devam eder.) Saltanat tahtına oturunca uğursuz iblis şeytanının kötülükleriyle dost olmuş, bazı anlayışsız Türklerle arkadaşlıkla bir araya gelip sapıklık yoluna gitti. (Celalizade, Selimname,s.299)  

Celalizade’nin yazdığına göre önce  ellerinde binecek  atı, katırı ,silahı olmayan yoksul, çıplak adamlar isyan etmiş ve bir askeri faaliyet için o dönemde en gerekli olan şey at ve katırları yokmuş. Onun için  köyleri basarak at bulup silahlanmış ve siyanı başlatmışlardır.

Çağatay Uluçay’ın ünlü “Yavuz Nasıl Padişah Oldu?”,  makalesinde bu yönüne bir çok belgeyi kullanmıştır. Şahkulu İsyanı bölümünde saraya verilen bir raporda isyana katılanların  nasıl bir yoksulluk ve perişanlık içinde adeta birer dilenci durumundaymışlar. “…(Şahkulu) müritlere ve sipahilere haber gönderip yanına çağırdı. Gelenlerden, askerler bir tarafa bırakılırsa, diğerlerinin görünüşleri korkunçtu. Paçavra çıkınına benzeyen elbiseleri, bağrış ve çağırışlar, uzun bıyık ve sakalları, kırmızı taçlarıyla geçtikleri yerler ahalisine dehşet saçıyordu. Böylece işe başlayan Şahkulu, Antalya'dan Sivas'a kadar önüne gelen kuvvetleri silip süpürdü. “…Sipahi taifesinden gayri (başka) asker gayet cimri (yoksul-dilenci) şekildedir. Giyecekleri hor ve hakirdir. Atlusu da mukabil olursa ziyade dayanmaz. Amma bilemeyiz ki, sihir mi vardır, teshir-i cin mi bilir, her ne defada âdem sıymış ise uğraş olmadan sıyub kaçmıştır. Ricalden ve avretten ve etfalden on binden ziyade nefs katl olmuştur. (Çağatay Uluçay, Yavuz Nasıl Padişah Oldu,s.63)

Celalizade’nin ve Çağatay Uluçay’ın Osmanlı resmi belgelerine dayanarak yazdıklarından, arşiv raporlarından tarif edilen dilenci kılıklı, yırtık pırtık elbiselerinden başka bir şeyi olmayan binlerce yoksul kişinin sonradan nasıl atlı ve silahlı birer asker haline geldiklerini anlayabiliyoruz.

Ama eldeki belgelere göre  Şahkulu İsyanına sadece yoksul, baldırı çıplaklar katılmamışlar. Bizzat devletin Sipahi sınıfında ki insanlar, levendler-askerler  de isyanda çok önemli görevler yapmışlardır.

Çağatay Uluçay konuyla ilgili kaleme aldığı makaleye Sipahilerin de isyana niçin  katıldığını açıklar. 1511 Baharında Şahkulu İsyanı çıktığı zaman Taş-ili ve Korkuteli’ne teftişe giden devletin bir soruşturma müfettişinin saraya sunduğu bu rapor tımar sisteminde ki berbat durumun ve halka karşı yapılan haksızlığın, yağmanın belgesi gibidir: “…Eğer bu kadar âdemle (kişilerle) buluşmak makul değilken, niçin buluşuldu (nasıl bu kadar insan toplanabildi) diye buyururlarsa (sorarlarsa) men olunmakta kusur kalmadı, çare kalmadı. Bu husus cemi bilecek olan sancakbeyi ve subaşı kullarımızın malumudur. (yetkililer bu durumu zaten biliyorlardı) Ve eğer buluşmaya sebep nedir, muharrik (tahrik eden) kimdir? Diye buyururlarsa teftiş olunması malum olur. Şimdiki halde memleket harap oldu, reayanın ahvali (durumu) haraptır. Memleketin tedariki gayet gereklidir. Düşman günden güne ziyade olup (çoğalıp) fesadını artırmaktadır. Askerin içinde sipahi (devletin yerel askeri beyleri) taifesinden çok âdem vardır. Ekseri fesatları eden onlardır. Hisar cengine çağırıp söylemişler ki; bir dahi (bir daha) tımar satarlar mı? Tımarımızı satın ala ala rızkımız tükendi. (vezirler ellerindeki tımarlı arazileri, yolsuzluk yapıp örneğin üç yıllık bir sözleşme yaptıkları halde bir yıl sonra rüşvet alarak kanuna aykırı  bir şekilde üst üste ihaleyle satışa çıkartmışlar. Bu  da malını devesini satıp ihaleyi üç yıllığına alan adamın zararına olmuştur.) Tımar almaya deve gerek, mal gerekir. Yoldaşa tımar yoktur. Nerde maldar (zengin) Etrak taifesi varsa, bezirgân oğulları varsa, kadı oğulları, mütevelli oğulları varsa cümlesi ehli tımar oldu. (tımar sahibi oldular) Yoldaşa dirlik (geçim imkânları) kalmadı. Görsünler, imdi (şimdi) tımarı, mahal vermeyip (kimlere, hangi tarafa verecekler), sipahi taifesini zulmetmeye ne fitneler zahir olsa gerek (ne tuzaklar ve fesatlar görülecek).(Çağatay Uluçay, "Yavuz Nasıl Padişah Oldu?", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, sayı 9, 1954, s.54)

Prof. Feridun  Emecan Osmanlı Tarihçilerinin geneline aykırı olarak olayın,Şah İsmail’den değil  yoksulluk ve kötü yönetimden dolayı çıktığını  yazar. “…Şahkulu İsyanı, aslında Şah İsmail'in tahrikiyle ortaya çıkmış bir isyan hareketinden ziyade, 1509 depreminin ardından yaşanan kaos ortamı ve II. Bayezid'in öldüğü şayialarından etkilenen, Şah İsmail hareketine sempati duyan kesimlerin dini ve mezhebi bir ihtilalle, Osmanlı payitahtını ele geçirmek düşüncesinden kaynaklanıyordu. 'Bayezid öldü, oğulları birbirine düştü, büyük kurtuluşun zamanı geldi' diyerek ayaklanmışlardır.(Feridun Emecen, Yavuz Sultan Selim, s. 59)

İsyan sonrasına doğru, Başvezir Ali Paşa ve Şehzade Ahmet tarafınca  ordu kurup Antalya Kızılkayalar bölgesinde kuşatılan Şahkulu ve arkadaşları  kuşatmayı güney yönünden yararak  Konya-Sivas üzerinden  Şah İsmail’in yanına kaçmak isterler. Sivas tarafında Şahkulu gurubuna yetişen Ali paşa birkaç kez isyancılarla savaşa tutuşur.

1512 yazında Sivas yakınlarında ki savaşlarda Ali Paşa ve Şahkulu ölür.  Geri kalan Şahkulu gurubu Şah İsmail’in yanına giderlerken Erzincan taraflarında  Safevilere ait olan büyük bir kervanı soyarlar ve tüccarları öldürürler. İsyana ve kervan soymaya çok kızan  Şah İsmail bu grubun liderlerini sorgularken yaptığı konuşma gerçeği ortaya koymaktadır.  Safevi tarihçisi Hasan Rumlu ve  Hoca Saddeddin Efendi’nin dedesi  canlı tanık olan İsfahanlı Mehmed Efendi’nin anlattıklarına dayanarak yazdıkları somut belge durumundadır.

Ne olursa olsun, haklı veya haksız, çok açık bir gerçektir ki, Şah Kulu isyanı aslında Yavuz Sultan Selim’e padişah olmasının yolunu açan bir isyandır. Bu gerçeği Şah İsmail gördüğü için sorgulamada iki yıl sonra olacakları da tahmin etmiştir. “Tekeliler Ali Paşayı  bir gurup Rumlu ile birlikte, pusuya düşürerek, kesici kılıç darbesi ve can alan mızraklar ile öldürdüler. Bu arada Baba da şehadet şerbetini içti. Sufiler halife babayı  kendilerine komutan olarak seçtiler ve  Erzincan’a yöneldiler. Bu belde civarında bulundukları sırada, beş yüz tüccarın çok miktarda mal ile  Tebriz’den  Ruma gelmekte olduğunu öğrendiler. Tamah güçleri harekete geçti ve ansızın gelen bir bela gibi çaresizlere  saldırdılar ve hepsini öldürdüler. Onların mallarını yağmaladıktan sonra, yüce dergaha yöneldiler. O sırada Hakan İskender Şan Horasan’da dönmüş ve  Rey yakınındaki Şerhriyar da konuşlanmıştı. Tekeli Sufiler padişah alayına katıldılar ve niyaz ile onurlandılar. Hazret tüccarı öldürdükleri gerekçesiyle onların komutanlarını cezalandırdı ve askerleri emirler arasında bölüştürerek, hizmetine aldı.” (Hasan Rumlu, Aahsenüt Tevarih,s.155)

Hoca Sadeddin ise dedesinin verdiği bilgiye göre, Şah İsmail’in sadece Erzincan’daki tüccar katliamlarına çok kızması değil, isyanın her bakımdan Safevilere darbe vuracağını, Osmanlı Devleti’nin bu isyanı şahsına ve devletine yönelik bir savaşı bahane edeceğini söyledikleri Hoca Sadeddin'in Tacü't Tevarih kitabında ayrıntısıyla anlatılmaktadır.

Hasan Rumlu, Şah İsmail'in tarafında bir Safevi tarihçisi, Hoca Sadeddin ise Osmanlı tarafındaydı. Hoca Sadeddin'in dedesi İsfahanlı Hafız Mehmet, 1511 yılında Şah İsmail'in yanından bulunduğu için bizzat gördüğü olayı oğlu Hasan Can üzerinden torununa aktarmıştır. Hoca Sadeddin, Şah İsmail'in sorgulama sırasındaki tepkilerini ve konuşmalarını şöyle yazar:

…Şah İsmail: 'Babam, Sultan Bayezid Han hazretlerinin koruyucu gölgesinde bunca zamandan berü çoluk çocuğunuzla ferahlık içinde yaşarken neden gerekti ki boynu bağlılık lalesinden çıkarub ayaklanma doruğuna tırmandın?' O da karşılık olarak "Ol padişah yaşlandığından, ülkede düzen getirecek önlemleri almaktan el çekti. Vezirlerin ellerini uzatmalarıyla nice zulümler çıktı. Onların ettiklerine dayanamayıp bu yolu seçtik.Şah ayıttı (cevap verdi). 'Memleketi yakıp yıkmaya ne gerek vardı?' O da böyle yanıt verdi: 'Çeke geldiğimiz bunca zulmün öcünü almak ve çevremize adam toplamayı kolaylaştırmak için yağma ve talana cesaret olundu.' Şah ayıttı. 'Bu yanıt geçerli değildir. Hoşa giden anlayış üzere bizden  yana had sevgi duyduğunu iddia edersin. Bizimle Sultan Bayezid Han arasında baba oğul töresi geçerli olduğunu bilirken, buna el uzatmanın bize dokunacağının ne hoş aklına getirmedin.' (Şah ile isyancılar arasındaki diyalog böyle uzar gider.) O anda katında hizmette olan dev kılıklı Kızılbaşlara işaret olundu. Üşüşüp ikisini bile kaldırıp ol iki kazana attılar. Şah öteki beylerini de öldürüp geride kalan askerlerini elden geçirdi, beğendiklerine görev verip ötekileri azat eyledi.(Hoca Sadeddin Efendi, Tacüt-Tevarih, c.4, s.66-67)

Şu yazılanları okuyup da Şah İsmail'i “Anadolu'da halkı isyana teşvik etti” demenin manası kalır mı? Ama kalıyor işte.

Alevi düşmanlarının, Şah İsmail düşmanlarının ikna olması gerekmez ki. Çükü onlar geçmiş tarihe ve bugüne Sarıgürezlerin, Ebussuudların, İdrisi Bitlisi’lerin  kafasıyla bakıyorlar. Onlara gerçekler vız gelir, tırıs gider. Şah İsmail kendi desteklediği ve ayaklandırdığı adamlarını ne diye öldürtsün? Tebriz'e giden bu kişilere madalya verir ve “aferin, iyi iş çıkardınız” derdi. Ama tam tersi olmuştur.

Kötü Yönetim Yüzünden II. Bayezit Çaresiz Kalıp  Ağlamış

Osmanlı devletinde üç dört padişah gören ve en uzun devlet görevi yapan Maliyeci Celalizade Mustafa yazdığı Selimname kitabında,  II.Bayezit’in bir gün divan toplantısı sırasında çok üzüntülü bir şekilde  gelen mektuplarda halkın perişan ve çok kötü şartlar içinde bulunduğunu, bunun nedeninin de vezirlerin kötü yönetiminden kaynaklandığını anlatırken ağladığını ve Vezirlerin Beyazıt’a doğru bir cevap verecek yerde, padişaha güldüklerini  canlı tanık olarak bir olayı yazar.  “… Sultan Bayezit:  Ama işittim ki taşra halkı tamamen bozulmuş. Sizler bağış ve hediyelere  (rüşvet)düşüp kendi arzularınıza göre yeni kanunlar yapmışsınız. Ülke üzüntülü olup çeşitli zulüm ve kötülükler etmişsiniz. Yarın kıyamet gününde  Hak hakim olunca ne cevap veririm, Durum zordur. Mesih paşa söz alarak, o anda divanda çıkan büyük vezirlerin yaptığı tüm haksızlıkları ve yolsuzlukları padişaha tek tek anlatarak; “..Ülkenin durumu zordur. Halk haksızlık ve zulümle ezilmiştir. Her tarafı inilti ve çığlıklarla dolmuştur. Size ahiret gerekirse, bu ülkenin durumuna göre kimse tayin et. Bu sözler söylenince,  Sultan Bayezid  Han ağlayıp “gerçek söylersin” diye gözlerinden yaş akıtmış  ve sonra oradan çıkıp gitmişti. Bu sözler vezirlerin kulağına girmeyip gülüşmüşler. Asla utanç ve üzüntü duymamışlar.” (Celalizade, Selimname, s. 282) 

Bu anlatılanlar bir canlı tanık eliyle yazılmıştır.

Koca Osmanlı Padişahı çaresizlikte ağlıyor. Vezirler gülüyorlar. Osmanlı maliyesinin hafızası ve  beynidir Celalizade Mustafa.

Şah İsmail mi yaptı bütün  bunları? 

Yoksulluk hendeğine düşürülen ve itiraz eden halkı Şah İsmail mi kışkırttı?

Padişah’ı Şah İsmail mi ağlattı?

Halkı yoksulluk ve yolsuzluklar kışkırttı. Osmanlı devlet otoritesinin en güçlü olduğu Yavuz zamanında, 1517 yılında daha sonraki bütün isyanlara Celal İsyanları adını veren olan Bozoklu Celal İsyanı çıktı. Bunu Şah İsmail mi çıkarttı?

Baba Zünnün, Şah Veli ve Şah İsmail 1524 yılında  öldükten sonra Kanuni Sultan Süleyman zamanında da 1527’de başlayan büyük bir isyan olan  Kalender Çelebi isyanını da Şah İsmail mi çıkarttı?

Tarihi tüm gerçekler Şah İsmail’i aklıyor, iftiracıları mahkum ediyor.

2 Haziran-Pazar 2024

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.