İstanbul
27 Temmuz, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.99
  • EURO
    35.81
  • ALTIN
    2529.0
  • BIST
    10891.42
  • BTC
    68266.110$

BİZİM KÖYÜN HOCASI

01 Haziran 2024, Cumartesi 23:44

Benim doğup büyüdüğüm ve çocukluğumun geçtiği Büyükcamili köyü Çorum’un Alaca İlçesine bağlı bir Alevi köyüdür. Her ne kadar bugünkü adını 1894 yılında yapılan camiden almış olsa da köyün eski adı Dedekargın’dır. 1980’li yıllarda devletin Alevi köylerine cami yapma ve yaptırma furyası ilk defa yapılan bir şey değildi. Bu tarihten yaklaşık yüzyıl önce de Alevi köylerine cami yapma ve yaptırma furyası var idi.

Bugünkü adı Büyükcamili olan köy, eldeki kayıtlara göre 19. yüzyılın başlarında Sivas sancağı sınırları içerisinde, eski adı Hüseyinabad bugünkü adı Alaca olan ilçeye bağlı Kışlak Karyesi olarak geçmektedir. 1813 yılında Dedekargın aşiretinin bir bölümünün Malatya’dan Hüseyinabad’a gelmesiyle mensup olduğu aşiretten dolayı Kışlak Karyesi “Dedekargın” adını almıştır. Yani köyün adı Dedekargın’dır.

1892–1895 yılları arasında Dedekargınların boy beyi olan Hacı Mehmet Bey köye büyük bir ilkokul ve o dönemde Sünnî köylerde bile bulunmayan görkemli bir cami yaptırdı. Kız çocuklarının okuma yazma öğrenmesi için kadın öğretmen getirterek kız çocuklarına okuma yazma öğretilmesini sağladı. Bu ilkokul 75 yıl kadar hizmet verdi ve 1967 yılında yeni bir ilkokulun yapılmasıyla yıkılarak yerine köy muhtarlığı ve hizmet binası yapıldı. Caminin büyük ve görkemli olması ve en önemlisi bir Alevi köyünde cami olmasından dolayıdır ki köyün adı Camili köy diye anılmaya başladı.

Alevi köylerine zorla cami yaptırma 1880’li ve 1980’li yıllarda yüzyıl ara ile tekrarlanmıştır. Buradaki zorlama bugün de olduğu gibi dolaylı zorlamadır. Devleti yönetenler “İlla cami yapacaksınız” ya da “Ben size cami yapacağım” diye bir dayatma da bulunmuyor. Ama öyle ortamlar yaratıyor ki sen devletle olan ilişkilerinde zorluklar yaşamamak ve yöneticilerle iyi geçinmek için istemeyerek de olsa onun hoşuna gidecek şeyleri yapmak zorunda kalıyorsun.

Bugünkü adını camiden alan köy yaklaşık 120 yıllık bir camiye sahip olmasına karşın bayram namazlarında ve cenazelerin kaldırılmasında her zaman dolup taştı. Diğer zamanlarda pek cemaati olmadı. Bugün de kapısının üzerindeki asma kilitle atıl bir bina olarak durmaktadır. Oysa otuz yıl öncesi yani 1980’lere kadar cemevi olarak belli bir mekân olmadığı halde, köyde bulunan en geniş mekân cemevi olarak düzenlenmekte ve bütün cemler o mekânda yapılmaktaydı. Netice olarak kimse hazır cami var diye, oraya gidip ibadet etmiyor. İnancı neyi gerektiriyorsa ona uygun mekânı ve zamanı kendisi sağlıyor.

Yirminci yüzyılın başlarında köyün nüfusu da 400 hanenin üzerindedir. Daha sonraları Türkiye’nin vilayet, kaza, nahiye ve muhtarlık gibi idari yapılanmasında köyün nüfusunun kalabalık olması sebebiyle Camili ve Dedekargın olarak iki ayrı köy şeklinde kayıtlarda yer almıştır. 1960’lardan itibaren köylerden şehirlere göçün hızlanmasıyla köylerin nüfusları azalınca Dedekargın köyü kayıtları da Camili köyüne aktarıldı. “Camili köyü Dedekargın köyüne neden aktarılmadı” diye de sormak gerekir. Bugün hâlâ eski kimlik ve nüfus cüzdanlarına sahip kimselerin “köyü” hanesinde Dedekargın yazmaktadır.

Camili köyünün adı günümüzde Büyükcamili’dir. Bu ifadedeki büyüklük caminin büyüklüğünden değil, gerçi cami de büyük ama; Camili köyünden aynı aşirete/ocağa mensup olan kişilerin ikamet ettiği bir mezra olan; Camili köylülerin “Aşağı köy” dediği ve 1950’li yıllardan itibaren bir muhtarlık olduğu ve büyük köy olan Camili köyünden ayrı olarak tanımlamak için Aşağı köye de “Küçükcamili” denmiştir. Küçükcamili köyünün bugün bile camisi yoktur. Hane sayısı üçtür.

 1960’lı yıllardan sonra harabeye dönmüş ve kullanılmaz hale gelen camiyi köyümüzden hayırsever bir iş adamı restore ettirdi. Eksik olan minareyi de yaptırınca dış görünüşüyle de cami şeklini aldı. Daha önceleri cenaze ve bayram namazları için köyde Alevi erkânına göre uygulama yapan, köyden yetişmiş ve ücreti de köylüler tarafından karşılanan bir hoca bulunurdu. 12 Eylül 1980’den sonraki dönemde Diyanet’in kadrolu hocalarına köylerde kadro verilerek imam hatipli hocalar tayin edildi. İlçe Müftülüğü bir Alevi köyündeki bu gelişmeleri yakından takip ediyor ve her türlü desteği yapacağını sık sık tekrarlıyordu. Çünkü, onlara göre zındık bir köy imana gelmiş ve İslam’a biraz daha yaklaşmıştı. Büyükcamili köyü o bölgenin önemli ve büyük köylerinden birisiydi. Üstelik Alevi bir köy olduğundan Diyanet için bir örnek oluşturabilirdi. 

Ancak köydeki camiye hoca tayininde müftülük sorun yaşamaktaydı: Çünkü Diyanet’te görevli Sünnî hocalar Alevi köylerde görev almaya sıcak bakmıyorlardı. Galiba Ebussuûd fetvalarının etkilerinde kalmış olacaklar ki; Alevilerin kendilerini keseceklerini ya da buna benzer ipe sapa gelmez iddiaların doğru olduğunu zannederek, Alevi köylere gitmemek için bin dereden su getiriyorlardı.

Nihayet genç bir hoca görev almayı kabul etti. Üstelik genç olan hoca aynı zamanda bekârdı. Ciddi bir sorun olduğunda arkasına bakmadan kaçması kolay olurdu. Köye gelen genç hoca birkaç gün ürkek tavırlarla “caminin eksiği-gediği var mı?” diye etrafı inceledi ama eksik bir şey bulamadı. Çünkü caminin bina kısmı yeni restore edilmiş, müştemilat ve tesisat kısmı da tamam idi. Hoca namaz vakitlerini bildirmek için ezanı tam zamanında okuyordu ama cemaat eksiği vardı. O tarihlerde yani 1982 yılında iki yüz hane olan köyde cami cemaati olarak 3–5 kişi zor bulundu. Bunların birisi köydeki Tarım Kredi Kooperatifi’nin memuruydu ki o da Sünnî’ydi. Diğerleri de “Devlet köyümüze hoca yollamış ona karşı ayıp olmasın” diye gelen yaşlılardı.

Hocanın köye tayininden 2–3 ay sonra köye gittiğimde köylülere sordum:

  • Birkaç ay önce köydeki bir cenaze için başka yerden bir hoca getirilmiş ve cenazeyi o hoca kaldırmıştı. Camiye yeni hoca görevlendirildi mi?

Diye sorunca, bir kadın şöyle cevapladı:

  • Yeni hocamız geldi. Çok iyi bir hoca gönderdiler.

Düşündüm, köyde namaz kılan ya da cami cemaati olan kimse yok. O zaman bu kadın hangi kıstasa göre hocanın iyi veya kötü olduğunu anlayabiliyordu.

Bunu öğrenmek için:

  • Hocanın iyi olduğunu nereden anladınız? Dedim.

Bir kadın bunu cevapladı:

  • Ezanı hiç aksatmıyor, çok sık ezan okuyor, sesi de fena değil.

Diğer bir kadın ilave etti:

  • Ezanı hiç aksatmadığı gibi bir de gece okuyor.

İşte ben o zaman gülmeye başladım. Gece ezanından bahseden kadın sordu:

  • Neden bu kadar güldün?

Dedim ki:

  • Siz su katılmamış tipik bir Alevi köyüsünüz. Bugüne kadar hiç yatsı ezanı duymadığınız için gece okunan ezanın yatsı vakit ezanı olduğunu bilmiyorsunuz. Onu ekstradan okunan bir ezan sanıyorsunuz.

İşte böyle bir ortamda görev yapan hoca önceleri biraz sıkılmış olsa da köy halkını tanıdıkça ve onlarla iletişim kurdukça biraz rahatladı. Hazreti Ali’nin bir sözü vardır: “İnsan bilmediğine düşmandır” demiştir. Köylüler de yeni gelen hocaya gerekli saygı ve ilgiyi gösteriyorlardı. Onunla ilişkilerini iyi bir zeminde yürütmeye çalışıyorlardı. Zaten 442 sayılı Köy Kanunu’na göre köydeki öğretmen ve cami hocası köy muhtarlığı ihtiyar heyetinin doğal üyesi sayılırdı. Hoca ezan vaktini hiç aksatmadan ezanı okuyor, belki namazını da tek başına kılıyor, daha sonraki zamanlarda da köy kahvesine gelerek köylülerle sohbet ediyordu.

Böylece hoca köye alışmaya, köylü de hocayı tanımaya başladıkça, hoca burasının korkulacak bir yer olmadığı, buradaki insanların da misafirperver ve iyi niyetli olduğu kanaatine varır.

Ağustos ayında bir gün annemle babamı ziyaret için köye gitmiştim. Akşama yakın bir vakitte babam her zaman olduğu gibi evin önündeki avluda çilingir sofrasını kurmuş, tepsinin üzerinde “boğma” denilen ev yapımı rakı ve yanında birkaç meze hafif hafif demleniyor. Hoca da yanına oturmuş birlikte sohbet ediyorlardı. Beni Hoca ile tanıştırdılar ve hal-hatır faslı geçtikten sonra Hoca babama dönerek:

  • Ali Dede, izin verirsen ben ikindi ezanını okuyup geleyim. Hatta vakti de biraz geçirdik.

Babam ise biraz çakırkeyif vaziyette ve Hoca’nın bileğinden sıkı bir şekilde kavramış haliyle şöyle dedi:

  • Acele etme gözüm, sonra hepsini birden okursun.

Bizler de Hoca’ya destek olduk ve Hoca’yı babamın elinden kurtararak ezanı okuması için gönderdik. Hoca babamın yanından ayrıldıktan sonra geri dönmedi. Ama babam daha sonra Hoca’nın gelmediğini anlayınca anama seslenerek:

  • Hanım, Hoca geri gelmedi. Bugün Cumalığı Hoca’ya gönder.

Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gecelere bizim yörelerde “Cuma Akşamı” denir. Bu akşamda evde ne pişerse, o yemekten bir kişinin yiyeceği kadarı ölen yakınlarından birisinin payı olarak evinde yemek pişmemiş birisine gönderilir buna da “Cumalık” denir.

Hoca artık şunu anlamıştı: Burası bir Alevi köyü, artık bu köydekilere kafasındaki İslam anlayışını ve kendisine göre doğru bildiği ibadet usullerini öğretmek için zorlamaya gerek yoktur. Buradaki insanlar inandıkları gibi ibadet ediyorlar. 

Hoca köye iyice alışmış ve çokça zamanı vardı. Tavuk, hindi gibi kümes hayvanları besliyordu. Bunların etini ve yumurtasını satarak ek gelir kapısı da oluşturmuştu. Hoca kümes hayvanları yetiştirme işinden başka bir uğraş daha bulmuştu: Köy içindeki boş bulunan ve içine hiçbir şey ekilmeyen bahçede sebze ekiyor, ihtiyacı kadar olanı alıp fazlasını da satıyordu.

Hoca iyice köyden birisi gibi olmuştu. Köylülerle ilişkileri de gayet iyiydi. Herkes hocayı seviyor ve sayıyordu. Hatta hocaya olan sevgilerini ifade etmek için bazen “Yahu Hoca Alevi bir aileden gelmiş olsaydın” sana bu köyden bir de kız bulup seni onunla evlendirirdik” türünden iltifat da ediyorlardı. Hoca köydeki davullu-zurnalı olarak yapılan düğünlerde çok da güzel halay çekiyordu. İşte böyle bir düğünde köylülerden birisi hocaya dedi ki:

  • Bak Hoca, çok iyisin, hoşsun, marifetlisin, tam bize benzedin ama bir eksiğin var.

Hoca sordu:

  • Nedir eksiğim?

Köylü konuşmaya şöyle devam etti:

  • Rakıyı, şarabı içmiyorsun anladık. Bari şu biradan bir yudum al. Burada biz bizeyiz.

Hoca şaşkın bir sesle dedi ki:

  • Nasıl olur? Benim görevimle bu iş bağdaşmaz.

Bu tür bahanelerle Hoca konuyu kapatmaya çalışır. Ama köylülerin ısrarı üzerine Hoca daha fazla dayanamaz ve ikram edilen bir şişe birayı içer. Bunun üzerine köylüler mutludur, Hoca da mutludur. Artık köy halkı ve Hoca iyice kaynaşmıştır.

Köylüler Hoca’yı her yerde methetmekte ve Hoca’dan memnuniyetlerini anlatmaktadır: “Hocamız Sünnî ama tam bize göre, aynen bize benzedi” gibi ifadelerle hocayı övmektedir. Yine bir gün komşu köylerden birisinde bulunan Büyükcamili köyünden bir kişi hocayı övmeye başlamış:

  • Bizim Hocamız çok iyidir. Bizleri Sünnîleştirmek için abdest, namaz, oruç gibi ibadetlere zorlamaz. Caminin cemaati yok ama o yine de ezanı vaktinde okur. Cenaze hizmetlerinde okuduğu dualarda bile On iki İmam ve Ehl-i Beyt’ten bahseder. Sağ olsun düğünlerimizin hepsinde bulunur.

Diyerek Hoca’yı anlatırken, komşu köylü olanlardan birisi şöyle der:

  • İyi, güzel, Hocayı bu kadar methediyorsun, “bize benzedi” diyorsun da ben şunu sormak istiyorum: Madem bize benzedi dem de alıyor mu?

  • Tabi alıyor. Gerçi rakı, şarap değil ama geçen gün filancanın oğlunun düğününde bir şişe bira içti. Beraber kadeh kaldırdık.

Büyükcamili köyünden olan bu kişinin amacı Hoca’ya zarar vermek değildir. Hoca’yı methetmek ve memnuniyetini ifade etmek için komşu köyde yapmış olduğu bu boşboğazlık, dilden dile dolaşarak ilçe müftüsünün kulağına kadar gider. Müftü de Hoca’yı hemen merkeze alır.

Hoca’nın ilçeye gitmesi ve yerine başka bir hoca atanacağını duyan köy muhtarı Kelle’nin Ahmet hemen ilçeye giderek kaymakamın karşısına dikilir:

  • Kaymakam Bey, senin müftü bizim köyün Hocasını almış, hemen geri istiyoruz.

Kaymakam bu soru karşısında şaşırır. Çünkü büyük ve eski bir yerleşim yeri olan, üstelik Alevilerin önemli bir merkezi sayılan bu köyde yüz yirmi yıllık bir cami vardır. Bu cami yeni restore edildi, müftülük her zaman bu köye destek veriyordu. Hatta Kur’an kursu açılması için de teşvik ediyordu fakat köylüler kabul etmemişti. Bu sebeplerden ötürü Kaymakam Muhtar’a şöyle der:

  • Muhtar, sizin köye bu kadar ilgi gösteren müftü efendi neden sizin köyün hocasını alsın. Belki merkeze gelmeyi Hoca istemiştir ya da başka bir sebebi vardır.

Muhtar Kaymakam’a der ki:

  • Hayır, Kaymakam Bey, Hocamızın böyle bir talebi olmadığı gibi, bizim de Hoca’nın alınması için bir talebimiz ya da Hoca’dan bir şikâyetimiz yoktur. Biz Hocamızdan memnunuz, onun tekrar köyümüzde görevlendirilmesini istiyoruz.

Bu konuşmalar üzerine Kaymakam telefonla müftüyü arayarak yanına gelmesini söyler. Müftü Kaymakam’ın makamına gelir. Muhtar da oradadır. Kaymakam Müftü’ye dönerek:

  • Müftü Efendi, Büyükcamili köyünün muhtarı senden şikâyetçi. Köyün Hocasını ilçeye almışsın yerine de başka birisini görevlendirecekmişsin. Muhtar Hoca’yı geri istiyor.

Müftü Kaymakama:

  • Kaymakam Bey, Muhtar doğru söylüyor, Hocayı merkeze aldım. Ama 2–3 güne kadar yeni birisini görevlendireceğim.

Deyince Kaymakam Müftü’ye:

  • Müftü Efendi, Hoca’nın köyden bir şikâyeti var mı?

  • Hayır, yok Kaymakam Bey

Kaymakam Muhtar’a dönerek:

  • Muhtar senin Hoca’dan bir şikâyetin var mı?

  • Hayır, Kaymakam Bey biz hocamızdan memnunuz. Hocamızın da bizden memnun olduğunu zannediyoruz. Biz başka hoca istemeyiz. Hocamızı geri verin.

Kaymakam tekrar Müftü’ye dönüp:

  • Yahu Müftü Efendi ben bu işten bir şey anlamadım. Hoca memnun, Muhtar memnun, o halde sorun nedir? Muhtar illâ da “Hocamızı geri isterim” diyor. Ne diye Hoca’yı yerinden alıyorsun?

Deyince, Müftü Efendi Kaymakamı şöyle cevaplar:

  • Kaymakam Bey, işin aslı şöyle: Ne derece doğrudur bilemem ama aldığım duyumlara göre Hoca köydeki bir düğünde alkol olarak bira içmiş. Bu konuyu soruşturuyorum. Doğru olmasa bile böylesi konuların şu’yûu vukûundan beterdir. Böyle bir olayın dedikodusu, aslından bile tehlikelidir, bize zarar verir. Madem Muhtar acilen hoca istiyor, 2–3 gün beklemeden hemen şimdi birisini görevlendiriyorum. Muhtarla beraber köye gitsin.

Kaymakam Müftü’den aldığı bu cevabı yeterli bulmuş olacak ki, Muhtar’a dönerek:

  • Eee Muhtar bak bir sebebi varmış.

Deyince, Muhtar Kaymakama:

  • Kaymakam Bey, böyle bir şey doğru olamaz. Ya bizi sevmeyen ya da Hocamızı sevmeyen birisi yalan söylemiş, dedikodu etmiş. Ne biz Hocamıza böyle bir teklifte bulunuruz ne de Hocamız böyle bir teklifi kabul eder. Bu anlatılanlar tamamen asılsız” demesi beklenirken, Köyün muhtarı Kelle’nin Ahmet bunların hiçbirisini demedi. Yalan söyleyemedi, kendine has, mensubu olduğu topluluğa has üslupla bir cümle ile şöyle cevapladı Kaymakamı:

  • Kaymakam Bey, biz onu bu hale getirinceye kadar neler çektik!...

_____________________________

15 Mayıs 2015  

Hüseyin Dedekargınoğlu

Dede Garkın Ocağı Dedesi

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.